23 Kasım 2025 Pazar

Mersobahis ile Son Yüzleşme

 Savaş alanı artık tanınmaz haldeydi. Toprak kırmızıya bulanmış, hava külle ağırlaşmış, gökyüzü yarıklarla dolu karanlık bir uçuruma dönmüştü. Çukurun kenarında yükselen dev gölge—Mersobahis—uzun yılların uykusundan yeni uyanmış bir kabus gibi kıpırdıyordu.

Gövdeden fırlayan binlerce göz, binlerce yaratığın anısını taşıyordu. Her göz, aynı anda farklı korkular gösteriyor, bakanların aklını bozmaya çalışıyordu.

Yine de bir kişi, çukura doğru yürüdü.

Sanki korku onun için artık bir yabancıydı.

Adanın Seçtiği Savaşçı

Bu kişi, savaşçılar arasında sessiz kalan, en sona tutunan genç bir adamdı. Savaş boyunca dostlarını, kardeşlerini, şehrini kaybetmişti. Adı savaş alanında unutulmuştu, ama içinde kalan öfke daha da büyümüştü.

Elinde kırık bir mızrak, başka silahı yoktu.
Yine de yürüdü.

Yere her adım attığında, çukurdan yükselen sıcaklık yüzünü yakıyor, nefesini kesiyordu. Fakat geri dönmedi.

Mersobahis onu fark etti.

Gölge devinin binlerce sesi, aynı anda tek bir cümleyi söyledi:

“Kim… cesaret eder?”

Adam durmadı.
Yürümeye devam etti.

“Karanlığın kalbine, kim adım atar?”

Adam mızrağını sıkıca kavradı.
Gözlerinde bir parça bile korku yoktu.

“Kim… beni uyandırdığı için bedel ödemek ister?”

Adam nihayet çukurun kenarında durdu ve konuştu:

“Ben.”

Sadece bu kelime, savaş alanındaki rüzgârı bile susturdu.

Karanlığın Bakışı

Mersobahis’in gövdesi kabardı, karanlık kıpır kıpır hareket etti. Dev yaratığın gövdesinden çıkan yüzler aynı anda çığlık attı.

Ardından koca bir el, adama doğru uzandı.
Bu el bir orman gibi geniş, bir gece kadar derindi.

Adam mızrağını kaldırdı, ama bu saldırıyı durduramayacağını biliyordu.
Bu bir güç savaşı değildi.

Bu bir irade savaşıydı.

Dev el adamın üzerine çökerken, adam gözlerini kapatmadı.
Geri çekilmedi.
Sadece bir şey söyledi:

“Bu ada… senin değil.”

El ona çarptığında yer sarsıldı.
Toprak yarıldı.
Beden savruldu.

Ama adam ölmedi.

Tam aksine… çukurdan yükselen beyaz semboller yeniden parladı.

O yaşlı büyücünün son büyüsü, adamın bedenine geçmişti.
Adamın derisi ışık saçmaya başladı.

Işık ile Gölgenin Çarpışması

Adam yeniden doğruldu. Artık gözleri beyaz bir alev gibi yanıyordu.

Mersobahis geri çekildi.
İlk kez… korku hissetmişti.

Adam mızrağını havaya kaldırdı ve bir savaş çığlığı attı.

Çukurdan yükselen ışıkla birleşen bu çığlık, gökyüzünü bile titrettti.

Mersobahis saldırdı.
Adam karşı koydu.

Işık ve gölge savaş alanının ortasında çarpıştı.
Her çarpışma dalgaları adayı sarsıyor, denizi yarıyor, gökyüzünü parçalara ayırıyordu.

Mersobahis’in binlerce gözü aynı anda kapandı.
Tek bir saldırıya hazırlandı.

Adam da aynı anda mızrağını ileri sürdü.

Karanlık ve ışık, tam savaş alanının ortasında bir kez daha çarpıştı.
Bu çarpışmanın sesi, adanın her köşesinde duyuldu.

Ve sonra…

Sessizlik.

Bir Anlık Sessizlik

Toz dindiğinde, çukurun kenarında tek bir siluet ayakta kaldı.

Adam.

Elindeki mızrak tamamen beyaz ışığa dönüşmüş, gözleri sönmüş ama bedeni hala dimdik duruyordu.

Mersobahis geri çekiliyordu.
Dev gövde, çukurun derinliklerine doğru çöküyor…
Binlerce yaratığın çığlığı yankılanarak kayboluyordu.

Çukur kapanmaya başladı.
Mersobahis son bir kez konuştu:

“Bu bitmedi…”

Ve karanlık tamamen gömüldü.

Ada kurtulmuştu—şimdilik.

Gece Çukurunun Savaşı - Mersobahis

 Gökyüzü paramparça olmuş gibiydi. Yarığın içinden taşan siyah sis, adanın üzerinde bir çadır gibi asılı duruyor; her akışında toprağı çürütüyor, denizi kaynatıyordu. Sisin içinde boğuk haykırışlar duyuluyor ama kime ait olduğu anlaşılmıyordu—belki de hiç bir canlıya ait değildi.

Çukurun kıyısında toplanan savaşçılar, titreyen elleriyle silahlarını sıkı sıkı kavramıştı. Kimisi paslı kılıç, kimisi kırık mızrak, kimisi de sadece taştan bir çekiç taşıyordu. Hepsinin gözünde aynı şey vardı:

Korkudan bile daha derin bir umutsuzluk.

Yarığın Açılması

Gökyüzündeki yarıktan bir gürültü daha geldi. Ardından dev bir siluet çukurun üzerine gölgesini düşürdü. Bu gölge, bulutların arasından süzülerek karaya doğru indi.

Bu yaratığın adı Zamvkru idi.
Kanatları kemikten, derisi çatlaktan fırlamış siyah kıvılcımlar gibi yanıyordu. Kanat çırpışları fırtına yaratıyor, gözleri ölümü bile utandırıyordu.

Mersobahis’in en büyük habercisiydi.

Savaşçılar onu görünce dizlerinin bağı çözüldü ama geri çekilmediler. Çünkü geri çekilecek bir yer kalmamıştı.

Savaşın Başlaması

Mersobahis’in çukurdan yükselen sesi adanın taşlarını bile titretti:

“Gölgeler… Yürüyün!”

Bu emirle birlikte yer yarıldı ve Yutkanlar karınca ordusu gibi dışarı fışkırdı.
Gövdeleri karanlıktan, ağızları sonsuz bir boşluktan yapılmıştı.
Toprağa bastıkları her adım yerin rengini solduruyordu.

Ada halkı bağırarak öne atıldı. Kalkanlar çarpıştı, kılıçlar indi, oklar gökyüzünde kaybolup yaratıkların üzerine yağdı.

Fakat Yutkanlar ölünce parçalanmıyordu.
Her parçası ayrı bir yaratığa dönüşüp yeniden saldırıyordu.

Kan ve Gölge İçinde

Savaş bir anda kâbusa döndü.

Bir Yutkan, bir savaşçının göğsüne atladı; adamın çığlığı bir anda kesildi çünkü yaratık adamın sesini çalıp kendi ağzından çıkarmaya başladı. Aynı anda bir diğeri, başka bir savaşçıyı tamamen içine çekti ve arkasından sadece bir kask yere düştü.

Zamvkru havadan ölüm kusuyordu. Ağzından çıkan siyah ateş, toprağı eritiyor, insanları buharlaştırıyordu.

Her şey kaybolacak gibiydi.

Direnişin Son Büyüsü

Tam o anda, çukurun karşı tarafında alevler yükseldi.
Ada büyücülerinden geriye kalan tek kişi, yaşlı bir kadın, elindeki çatlak asayı toprağa vurdu.

Toprak yarıldı, içinden beyaz bir ışık sütunu yükseldi.
Işığın içinde çukurun yıllardır sakladığı eski semboller belirdi.

Kadın bağırdı:

“Mersobahis! Bu ada senin mezarın olacak!”

Bu sözle birlikte beyaz ışık Yutkanların üzerine yayıldı.
Yaratıklar ilk kez geri çekildi. Çığlık attılar.
Bazıları yok oldu, bazıları parçalandı.

Zamvkru öfkeden gökyüzünü yırttı, kadının üzerine dalışa geçti.

Kadın bir kez daha asasını kaldırdı ama bu kez gücü yetmedi.
Zamvkru’nun saldırısıyla yere savrulup çukura doğru düştü.

Tam düşecekken, çukurun içinden devasa bir el uzandı…
Tamamen karanlıktan oluşmuş, dev bir el.

Mersobahis uyanıyordu.

Son An

Savaşçılar, çukurun kenarından gelen o dev karanlık figürü görünce dondu kaldı.
Mersobahis’in gövdesi binlerce yaratığın birleşmesinden oluşmuştu; her parçası ayrı bir kabus gibi canlıydı.

Yer titredi.
Gökyüzü çatladı.
Savaş sahası, artık sadece bir savaş değil, dünyanın sonu gibiydi.

Ve Mersobahis ilk adımını attığında, herkes anladı:

Asıl savaş şimdi başlıyordu.

Mersobahis - Gece Çukurunun Uyanışı

 Deniz temmuz gecesi kadar durgundu ama suyun altından gelen uğultu, yüzeyde sessiz bir kabus gibi titreşiyordu. Mersova kıyılarına yaklaşan herkes aynı şeyi duyardı:

“Geri dön… Yoksa Mersobahis seni bulur…”

Bu uğultunun ne olduğu bilinmezdi, fakat tek gerçek vardı:
Mersobahis bir yer değil, yaşayan bir kabustu.

Karanlığın İlk İşareti

Ayın görünmediği bir gecede gökyüzünde dev bir yarık belirdi. Yarıktan siyah renkte, küf kokulu sis yayıldı. İnsanlar sandı ki bir fırtına geliyor…
Ama fırtınalar konuşmazdı.

Bu konuşuyordu.

Sisin içinden, gözleri olmayan köpek benzeri yaratıklar ortaya çıkmaya başladı. Gövdeleri çürük gibiydi; deri yerine karanlık, akışkan bir maddeyle kaplıydı. Bu yaratıklara adada Yutkanlar denirdi. Çünkü yakaladıkları her şeyi—taş, insan, ağaç fark etmez—sessizce içine çekerdi.

Gece Çukuru

Mersoba Adası'nın merkezinde, kimsenin yaklaşmadığı dev bir çukur vardı.
Çukur, gündüzleri siyah bir taş gibi görünür; geceleri ise adeta nefes alırdı.

Her nefes alışında adanın üzerinde titreşim olurdu.
Her nefes verişinde yaratıklar çoğalırdı.

Adanın yaşlıları bu çukurun bir kapı olduğunu söylerdi.
Kapının ardında uyuyan şeyin adınıysa kimse söylemeye cesaret etmezdi:

Mersobahis.

Canavarların Efendisi

Bir gece çukurun derinliklerinden devasa bir gölge yükseldi. Bu gölge, vücudu binlerce küçük yaratığın birleşiminden oluşan dev bir varlıktı. Uzun kolları karanlıktan yapılmış gibi titriyor, her adımı toprağı çürütüyordu.

Mersobahis’in gerçek bedeniydi bu.

Yüzü yoktu…
Ama gözleri vardı.
Karanlığın içinden bir çift kızıl parıltı, dünyayı ilk kez açılmış gibi taradı.

Efsaneye göre Mersobahis konuştuğunda herkes duyabilirdi:

“Hançeri getirin…”

Hangi hançer?
Nereye?
Niye?

Kimse bilmiyordu. Ama bu sözden sonra Yutkanlar saldırmaya başlamış, adadaki her yaşam parçası yok olmanın eşiğine gelmişti.

Son Savaşın Yaklaşması

Ada halkının bir kısmı kaçmış, bir kısmı gizlenmişti. Ama çukur her gün biraz daha büyüyor, Mersobahis her gün biraz daha güçleniyordu.

Ve uğursuz bir işaret ortaya çıktı:

Gökyüzünde beliren yarık yeniden açıldı…

Bu sefer içinden sadece sis değil, daha büyük bir yaratık sürüsü akıyordu. Çok kollu gölge devleri, uçan kemik kanatlı yaratıklar, taş bağırsağa benzeyen dev solucanlar…

Ada artık bir savaş meydanıydı.

Ve bu savaşta tek bir kural vardı:

Geceden kurtulan, sabahı göremez.
Sabaha çıkan, geceden kaçamaz.

Mersobahis’in uyanışı durdurulamaz görünüyordu…

Mersobahis - Küller Ülkesi

 Gece çökerken rüzgâr, Mersova kıyılarına vurup geri çekilir, ardından tekrar gelir; sanki ada boyunca dolaşan karanlık bir fısıltıyı taşıyordu. Bu fısıltı, adanın derinliklerinde yaşayanların korkuyla bahsettiği tek kelimeydi:

“Mersobahis…”

Bu kelime kimine göre bir lanet, kimine göre eski bir topluluk; bazılarına göreyse hiç unutulmaması gereken bir uyarıydı. Çünkü Mersobahis, adanın kalbinde yaşayan görünmez bir gücün adıydı—ve bu güç, her yıl bir ruh isterdi.

Sislerin Arkasındaki Şehir

Adanın merkezinde, betonla kemikten yapılmış gibi görünen, duvarları sürekli nemli ve gri bir şehir vardı. Bu şehrin ışıkları asla tamamen sönmezdi, çünkü Mersobahis’in gölgesi daima sokaklarda dolaşırdı.

İnsanlar geceleri kapılarını üç kez kilitler, pencerelerine siyah bezler çeker ve kimse pencereden dışarı bakmazdı. Çünkü eğer bir kişi gece yarısı sokakta yankılanan o uğursuz zil sesini duyarsa, ertesi sabah kaybolmuş olurdu.

Hiçbir iz bırakmadan.
Hiçbir mücadele izi olmadan.
Sanki varlığı tamamen silinmiş gibi.

Karanlığın Oyunu

Mersobahis’in bir ritüeli vardı: Gölge Oyunu. Kimse bu oyunun ne zaman başladığını hatırlamıyordu. Tek bilinen şey, şehrin merkezinde bulunan devasa taş monolitin geceleri kırmızıya dönmesiydi.

O renk döndüğü anda, insanlar titrerdi. Çünkü o an, Mersobahis’in yeni bir oyun seçtiği anlamına gelirdi.

Bu oyunlarda insanlar kendi karanlıklarıyla karşılaşır, korkularıyla savaşırdı. Ama kazananların ödülü yoktu. Çünkü Mersobahis, kaybedenleri alır; kazananları ise bir sonraki oyuna saklardı.

Küllerden Doğan Fısıltı

Yıllar boyunca insanlar Mersobahis’le mücadele etmeye çalıştı; büyücüler, savaşçılar, bilginler… Hepsi kaybolmuştu.
Ama son zamanlarda şehirde garip bir söylenti yayılmaya başlamıştı:

Küllerden doğan biri geldiğinde bu lanet kırılacak…

Ne var ki, kimse o kişinin kim olduğunu, hatta gerçekten var olup olmadığını bile bilmiyordu. Fakat monolitin kırmızı ışığı her geçen yıl daha parlak yanıyor, Mersobahis’in oyunları daha acımasız hale geliyordu.

Ve bu yıl, rüzgârla gelen fısıltılar bir değişiklikten bahsediyordu…
Sanki Mersobahis ilk defa gerçekten korkmuş gibi.

Mersobahis ile Yeni Keşifler

Uzak diyarlarda, haritalarda bile görünmeyen gizemli bir ada vardı: Mersova Adası. Bu ada, sislerin ardında saklı, kimsenin bilmediği ama herkesin hakkında efsaneler uydurduğu tuhaf bir yerdi. Bu adanın en ilginç yönü ise, adanın derinliklerinde yaşayan Mersobahis adlı gizemli bir topluluğun varlığıydı.

Bu topluluk, dünyanın en garip yarışmalarını düzenlemekle ünlüydü. Normal yarışmalar değil tabii… Mersobahis halkına göre heyecan; mantığın bittiği, absürtlüğün başladığı yerde başlardı.

Tuhaf Yarışmaların Gölgesinde

Mersobahis’in en popüler etkinliği, her yıl düzenlenen Uçan Sandalye Turnuvası"ydı. Yarışmacılar, adanın etrafındaki devasa volkanik bacalardan yükselen sıcak hava akımları sayesinde göğe doğru süzülen sandalyeler üzerinde yarışıyordu.

Kazananın ödülü mü?
Altın değil, para değil…
Bir yıllık “Ada Çayı Sınırsız İçme Kartı”!

Ada çayı Mersova’nın en değerli şeyiydi çünkü içildiğinde insanın sesini bir gün boyunca kuş sesine dönüştürüyordu. Sporcu kuş sesli olmak adada büyük prestijdi.

Efsanenin Kahramanı: Murat

Bu yıl ilk kez, adaya dışarıdan bir yarışmacı gelmişti: Murat . Yanında sadece bir sırt çantası, bir termos ve neden geldiğini tam olarak kendisinin bile bilmediği bir özgüven vardı.

Mersobahis halkı onu görünce önce şaşırdı, sonra sevdiler, sonra tekrar şaşırdılar çünkü Uğur sandalyesini yanlışlıkla ters monte etmişti.

Ama yarış başladığında…
O ters sandalye, sıcak hava akımını doğru açıyla yakaladı ve Uğur bir anda fırlayıp bulutların üzerine çıktı!

Ada halkı o an şok oldu:
Bu çocuk ya dâhi… ya da çok yanlış bir şey yaptı!” dediler.

Mersobahis ile Son Yüzleşme

 Savaş alanı artık tanınmaz haldeydi. Toprak kırmızıya bulanmış, hava külle ağırlaşmış, gökyüzü yarıklarla dolu karanlık bir uçuruma dönmüşt...